Kişisel olsun, iş amaçlı olsun, 20. yüzyılın yazılı haberleşme devrimi olan e-postaların işleyişini merak ediyor musunuz? Gönder tuşuna basmanızın ardından, alıcısına nasıl ulaşıyorlar? Tüm bu mucizeyi gerçekleştirmek için hangi işlemlerden ve sunuculardan geçiyorlar?
Bilgisayarların ilk günlerinde, yazılı mesajlar aynı ağ üzerinde ve açık bulunan bilgisayarlara gönderilebiliyorlardı. Bunun sebebi ise, mesajın iletilebilmesi için iki bilgisayar arasında doğrudan bağlantı kurulması gerekliliğiydi.
Belli bir süre için ihtiyaçları karşılayan bu yöntem, yerel ağları birbirine bağlayarak internete açılmamızla birlikte yetersiz hale geldi. İşte e-postalar da bu ihtiyaca cevap vermek üzere doğdu ve 20. yüzyılın yazılı mesajlaşma devrimini yarattı.
İşte e-postanın doğuşu...
1969 yılında, internetin temelleri ARPANet ile atılmıştı. Günümüzdeki internet gibi, paket tabanlı iletişim gerçekleştiren ARPANet, verileri küçük paketler halinde aktarmaktaydı. Bu yöntemin getirisi ise, bir sunucular ağı olan internete gönderilen parçalanmış haldeki verinin, farklı yollar izleyerek hedefine ulaşabilmesidir.
Çeşitli sunucular üzerinden adresine ulaşan paketler daha sonra kaynak bilgisayarda birleştirilerek veri aktarımı tamamlanmış olur.
İşte bu ağı kullanan ve Ray Tomlinson tarafından 1971'de geliştirilen bir yazılımla, bugün bildiğimiz e-posta sisteminin temeli atıldı. Bu sistem belli bir yazılımı temel alıyordu ve yazılımın gönderdiği dosya biçimindeki e-postaların ağda aktarılmasına dayanıyordu.
1983 yılında, DNS sunucularının geliştirilmesiyle birlikte IP adresleri yerine alan adlarının kullanılmasıyla birlikte, e-postaların adreslenmesinde @ işareti kullanılmaya başlandı.
İlk e-postalar sadece yazı (text) içeriyordu ve genellikle 7 bitlik ASCII kodlamasına sahip olurlardı. Bununla birlikte e-postalar, başlık ve gövde olmak üzere iki bölümden meydana gelirdi ve bu iki bölüm sadece boş bir satırla birbirinden ayrılırdı.
Modern e-postalar...
Günümüzdeki e-postalar, MIME (Çok amaçlı İnternet Posta Eklentileri) adı verilen standart sayesinde, hem metin hem de metin olmayan içeriğin aktarılmasını sağlamaktadır. MIME sayesinde 7 bitlik ASCII kodlamanın yanında Unicode dahil birçok farklı kodlamanın ve dosya eklentilerinin aktarılması mümkün hale gelmiştir.
MIME standardı birçok farklı kodlamayı mümkün hale getirse de, e-postların başlık bölümü büyük ölçüde 7-bitlik ASCII kodlamasına sağdık kalmaktadır. Başlık bölümünde; konu, alıcı ve gönderen bilgileri, e-posta kimlik kodu ve yanıtlama adresi gibi bilgiler yer almaktadır.
Elbette e-posta istemcileri, başlık bilgisini genellikle gizlerler veya sadece temel bilgileri gösterirler, ancak hemen hemen her zaman bu bilgileri görüntülemek mümkündür. Resmi büyüterek, başlık bilgisinin bir örneğini görebilirsiniz.
Günümüzdeki standart bir e-posta, çok parçalı MIME formatındadır. Yani e-postalarda düz yazı (text) içeriğin yanında, zengin metin, HTML veya varsa eklenti bilgileri farklı bölümlerde yer alır. E-posta istemcileri, bu farklı bilgileri uygun şekilde işleyerek kullanıcılara sunarlar.
E-postaların yönlendirilmesi...
Bir e-postayı gönderdiğinizde, e-postanın başlık bölümüne genellikle aracı sunucular tarafından ek yönlendirme bilgileri eklenir. Basitliği sağlamak ve mesaja müdahaleyi önlemek adına, bu bilgiler e-postanın başlık bölümünün sonuna değil önüne eklenir.
Bu bilgiler, e-postanın hangi sunucular üzerinden geçtiğini ve hangi sunuculara yönlendirildiği gibi detayları barındırır. Örneğin iş e-postalarınızı, kişisel e-postanıza yönlendirdiğinizde, yönlendirme bilgileri sunucu tarafından başlığa eklenir.
Bu bilgiler, saat damgalarını da barındırdığından, e-postanın hedefine ulaşan yolu üzerinde ne kadar zaman geçirdiği de anlaşılabilir.
Başlık bölümünde barındırılan bu bilgiler kötü amaçlı sunucular tarafından sahte bilgilerle değiştirilebilir. Böylece sahte yönlendirme ve gönderici bilgilerine sahip e-postalarla sık sık karşılaşırız. İstenmeyen (spam) e-postlar genellikle bu şekilde, sahte bilgilerle gelen kutularımıza ulaşır.
E-postaların gönderilmesi...
Bir e-postayı hazırlayıp gönder tuşuna basmanızdan, alıcının e-posta istemcisinde görüntülenmesine kadar neler yaşandığınız merak ediyor musunuz?
E-postaların büyük çoğunluğu, kaynağından hedefine ulaşan yolda, iki farklı sunucudan faydalanır: gönderim sunucusu ve alım sunucusu. Gönderim sunucuları çoğunlukla SMTP (Basit E-Posta Gönderme Protokolü) sunucularıdır. Alım sunucuları ise POP3 (Postane Protokolü 3) veya IMAP (İnternet Mesaj Erişim Protokolü) sunuculardan oluşurlar.
Çevrimiçi istemciler yerine Microsoft Outlook gibi bir e-posta istemcisi kullanıyorsanız, gönderim amacıyla SMTP sunucusu ayarlarını yapmanız gerektiğini biliyorsunuzdur. E-posta istemcinizde hazırladığınız gönderinizi, gönder tuşuna basmanızla birlikte SMTP sunucuyla belirli bir porttan iletişim kurulur ve kullanıcı şifresiyle giriş yapıldıktan sonra e-posta gönderilir.
E-postanın ulaştırılması...
E-postanız SMTP sunucusuna geçtiğindeyse, @ işaretinden sonraki alan adı dikkate alınarak DNS kaydına başvurulur ve e-postanız ilgili adrese yönlendirilir. E-posta gönderimlerinde alan adının DNS kayıtlarında yer alan MX (Mail eXchange) kaydı dikkate alınır ve ilgili alan adında mail sunucusu kaydı bulunuyorsa bu adrese yönlendirilir.
Bu adımın ardından, SMTP sunucunuz gönderdiğiniz e-postayı, adresi tespit edilen SMTP sunucuna yönlendirir. Elbette hedef sunucuya ulaşılamama gibi beklenmedik durumlarla da karşılaşılabilir.
Bu gibi durumlarda, SMTP sunucusu e-postanızı beklemeye alarak daha sonra göndermeyi dener. Belli sayıdaki denemeden sonra e-postanın gönderilememesi durumunda, e-postanın alıcıya iletilemediği bilgisi eklenerek tekrar gönderen kişiye aktarılır.
Elbette e-postaların geliştiği ve önem kazandığı çağımızda, sunucuların iletişim güvenliği önlemleri bununla sınırlı değildir. Alım sunucuları olarak adlandırdığımız, POP3 ve IMAP sunucuları da çeşitli güvenlik önlemlerine sahiptir. Elbette, Microsoft Exchange gibi farklı kurumsal e-posta sunucuları da mevcuttur ancak biz genel olarak kullanılan POP3 ve IMAP sunucularını değerlendireceğiz.
Yeni e-postanız var...
POP3, IMAP'dan daha eski ve daha az gelişmiş bir e-posta protokolüdür. Farkı ise işleyişlerine dayanmaktadır. POP3 sunucularında alınan e-postayı okunmuş/okunmamış olarak işaretlemeksizin sunucuda bırakmanız da, sunucudan tamamen silmeniz de mümkündür.
Ancak eğer e-postalarınıza daha sonradan veya örneğin telefonunuzdan da ulaşmak istiyorsanız, POP3 sunucu ayarlarınızı veya istemci ayarlarınızı dikkatlice yaptığınızdan ve e-postalarınızı sunucudan fiziksel olarak silmek veya silmemek için gerekli ayarları yaptığınızdan emin olmanız gerekir.
IMAP sunucularında ise bu işleyiş çok daha farklıdır. IMAP sunucularında, e-postalarınız eşzamanlı olarak işlenir ve okundu olarak işaretlemeniz veya silmeniz sunucudaki kopyaya da yansır. Yani bir e-postayı gelen kutunuzdan sildiğinizde, tüm gelen kutularınızdaki (masaüstü, laptop, cep telefonu gibi) mesajlar da silinmiş olur. Sakladığınız mesajlara ise gelen kutunuza ulaşabildiğiiz her yerden erişebilirsiniz.
IMAP ile gelen kutunuzu klasörlerle ayırmanız ve belli filtreler oluşturarak farklı e-postaların farklı klasörlere ulaşmasını sağmanız mümkündür. Ayrıca saklamak istediğiniz e-postaları istemciniz aracılığıyla belli bir klasöre taşımanız, sunucudaki kopyanın da, sunucudaki klasöre taşınması anlamına gelecektir.
Hangi alım protokol üzerinden erişirseniz erişin, saniyeler içinde hedefine ulaşan e-postaların aktarılma macerası aynıdır ve size ulaşan e-postaların barındırdığı zengin içerik istemciniz tarafından işlenerek sizlere sunulur.