Hafızama çok fazla oyun iz bırakmamıştır benim. Tamam, şimdiye kadar oynadığım oyunların haddi hesabı yok ki bunların arasında zevkle oynadığım bir yığın oyun da mevcut. Yine de bana "Ne oyundu be!" dedirten ve kendini hatırlatan oyunların sayısı pek az ve sanırım bu da gayet normal bir durum. BioShock da bu oyunlardan bir tanesi işte. Öyle ki serinin ikinci oyununu bile bir kenara atmama sebep olacak kalitede bir yapımdır benim için kendisi. Irrational Games, www.whatisicarus.com adı altında bir internet sitesi hazırlamış ve bu site üzerinden bir sürpriz yapacaklarını açıklamıştı. Haberim yoktu benim bu olaydan. Sürpriz zamanı geldiğindeyse bomba patladı ve BioShock serisinin üçüncü oyunu, yani BioShock Infinite duyuruldu. İşte bu haberden sonra uyandım ben ve hemen konuyu takibe aldım. Bu sürecin sonunda karşıma öyle bir fragman çıktı ki gözümü kırpmadan ve nefesimi bırakmadan kilitlenip kaldım monitörümün karşısında.
Rapture... Bu ütopik şehri size anlatmama gerek yok zira hepinizin orada en az birkaç anısı vardır. Bu isim geçince "Yine mi Rapture!" diye feryat edeceğinizi tahmin ediyorum ama merak etmeyin, bu sefer maceramız Rapture'da geçmeyecek. Irrational Games, BioShock efsanesini bu sefer tamamen farklı bir hikayeye ve yine tamamen farklı bir dünyaya, tam anlamıyla bulutların üzerine taşıyor. Columbia'da geçecek yeni maceramız. Hayır, bildiğiniz Kolombiya değil burası. Tıpkı Rapture gibi dünyadaki çarpık düzene karşı inşa edilmiş, gökyüzünde süzülen bir şehir Columbia ve yine Rapture gibi her yerinden sanat ve felsefe akıyor. Ve biz de bu tuhaf dünyaya Pinkerton National Detective Agency adına çalışan Booker DeWitt'le birlikte dahil oluyoruz. DeWitt'in görünürde olan görevi, doğduğundan beri Columbia'da tutsak olarak tutulan Elizabeth'i bulmak. Tabii ki bu, hikayenin sadece giriş kısmı. Columbia'da neler olup bittiği konusundaysa şimdilik herhangi bir şey söylemek pek mümkün değil.
İlk bakışın devamı için tıklayın.