Ay’a ayak basan ilk insanların başarılı bir şekilde Dünya’ya geri dönmesinden sonra, herkes görevlerinin tamamlandığını düşünmüş olabilir. Ama görevleri aslında tam olarak bitmemişti. Ay yüzeyinin cansızlığı hakkında bildiklerimiz göz önüne alındığında, bu şimdi garip bir fikir gibi görünse de, o zamanlar pek çok bilinmeyen vardı. Apollo 11 mürettebatı, dönüşlerinde tehlikeli mikroorganizmaları beraberlerinde taşımış olma ihtimallerine karşı 21 gün boyunca karantinada kaldılar.
1960’larda, bir bilim alanı olarak büyük ölçüde alay konusu olmasına rağmen, gezegenimizin dışındaki mikrobiyal yaşam potansiyelini inceleyen yeni bir “ekzo-biyoloji” alanı ortaya çıkıyordu.
Georgetown Üniversitesi tarihçisi Dagomar Degroot yeni bir makalede, “Yanıt olarak, ekzobiyologlar yalnızca kendi alanlarının en büyük riskleri azaltabileceğini ve yeni Uzay Çağı’nın en büyük fırsatlarından yararlanabileceğini savundu” yazdı ve devam etti: “Mikrobik yaşamın güneş sistemi boyunca her yerde bulunabileceğini vurguladılar. Bu nedenle, diğer dünyalara yönelik görevler, hem dünya dışı yaşamın tespit edilmesini tehlikeye atabilecek ileri kirlenmeye hem de insan yaşamı da dahil olmak üzere Dünya’daki yaşamı tehdit edebilecek geri kirlenmeye karşı korunmalıydı.”
Çoğu kişi Ay’ın yüzeyinin cansız olduğunu düşünse de, Carl Sagan da dahil olmak üzere, yüzeyin hemen altında mikrobiyal yaşamın hala canlı olabileceğini düşünenler vardı. NASA, kısmen halka güven vermek için, Neil Armstrong, Buzz Aldrin ve Michael Collins’in Ay’dan Dünya’daki yaşamı mahvedebilecek, potansiyel olarak tehlikeli mikroorganizmalarla birlikte kalacağı bir Ay Dönüş Laboratuvarı (LRL) tasarladı. Sagan, mikrobiyal yaşamın Dünya’ya geri dönme olasılığını, “Orta Çağ’da Avrupa’yı kasıp kavuran zührevi hastalık salgınlarının şiddetiyle veya Polinezya’ya ulaştığında ciddi sayıda ölüme sebep olan kızamıkla” karşılaştırdı.
Ancak, tahmin edebileceğiniz gibi, üç astronot da sağlıklıydı ve gezegene insanlığı tehlikeye atabilecek hiçbir uzaylı yaşamı salınmadı. Ancak yeni makaleye göre, Ay’daki mikroorganizmalar gerçekten var olsaydı bile, onların Dünya’ya dönmelerini önleyecek prosedürler muhtemelen tamamen başarısız olacaktı.
Degroot, yayınladığı makalede “Her ihtimalde, Ay’da evrim geçirme olasılığı yüksek görünen mikroorganizmalar, astronotları enfekte etmiş, uzay araçlarını kirletmiş, Pasifik Okyanusu’na bulaşmış ve LRL’deki sınırlamayı aşmış olacaktı" diye yazıyor ve ekliyor: “Karantina protokolü, yalnızca gerekli olmadığı için başarılı gibi görünüyordu.”
Degroot tarafından özetlendiği üzere prosedürle ilgili birçok sorun vardı. Apollo 11 mürettebatını Pasifik Okyanusu’na indirmek için kullanılan kapsül, gezegenimize inerken havalandırma süreçlerini aktif etti ve potansiyel tüm mikropları zaten atmosfere saldı. Daha sonra okyanusa indiğinde, mürettebatın - ve tüm ölümcül mikropların - okyanusa bulaşması önlenemezdi.
Eski NASA gezegen güvenlik görevlisi John Rummel, New York Times’a “Dünya okyanusunda üreyebilen Ay organizmaları mevcut olsaydı, mahvolurduk” dedi.
Astronotlar ise, Ay’dan uzay gemilerine dönerken zaten tehlikede olabilirlerdi. Degroot, “Ay tozu her yerdeydi. Cildi ve ciğerleri tahriş ettiği için, o gece her iki astronot da kaskları ve eldivenleriyle uyudu. Tüm tozu temizlemek açıkça imkansızdı” diye yazıyor ve ekliyor: “Bir patojen barındırmış olsaydı, astronotları kolayca enfekte ederdi.”
Astronotlar Dünya'ya döndüklerinde Ay'ın fotoğraflarını çekmek için kullandıkları film gösterilmek için hızla işlendi. Filmler etilen oksit gazıyla dezenfekte edilmek üzere gönderilirken, beş teknisyenin ay tozuna maruz kaldıkları tespit edildi.
Uzaylı yaşam formlarından insanlara bulaşmanın pek olası olmadığını bilen NASA, muhtemelen karantina prosedürlerinde birçok sorun olduğunu da biliyordu. Karantina prosedürleri tamamlandığında, 24 kişi potansiyel kontaminasyon nedeniyle karantinaya alınmıştı. Degroot, Sovyetleri Ay yarışında yenerek motive olan NASA’nın astronotlar veya Dünya için yeterli koruma oluşturmak için zaman ayırmadığını yazıyor.