Şans nedir, şans kavramına bilimsel açıdan yaklaşılabilir mi?
Şanslı olmak veya olmamak... Şansını artırmak ya da kötü şanstan kaçmaya çalışmak... 2024 yılında da hayatımızda önemli bir role sahip olmasını beklediğimiz bu kavramlara bilimsel açıdan yaklaşılabilir mi? Şans ve bilimin ortak paydada birleştiği noktalar var mı?
Şans, en eski zamanlardan beri insanları etkileyen ve şaşırtan bir kavram olmuştur. Genellikle olasılıklara, kadere veya doğaüstü güçlere bağlanan şans, gerçekten de basit olasılıklardan ve tesadüflerden mi ibarettir? Yoksa daha fazlası olarak mantıklı ve ampirik bir açıklamaya sahip olabilir mi? “Şans”, bilim ile açıklanabilir mi?
Tarih boyunca insanlar iyi şansı arttırmak ve daha da önemlisi felaketlerden kaçınmak için çeşitli yollar denediler. Şansı arttırmanın bazı yaygın örnekleri arasında uğurlu tılsımlar veya muskalar taşımak, kopmuş kirpiklerle dilek dilemek veya bir doğum günü pastasındaki mumları üflemek yer alırken, kötü şanstan kaçınmak için yapılan eylemler arasında tahtaya vurmak ve omuz üzerinden tuz atmak gibi eylemler yer alıyor. Ayrıca bazı insanlar merdiven altından geçmek ya da 13 rakamıyla ilgili şeylerden kaçmak gibi "kötü şans getiren" durumlardan da kaçınırlar. Belki sizin de kötü şanstan korunma sağladığını veya hayatınızdaki başarıyı teşvik ettiğini düşündüğünüz özel bir ritüeliniz olabilir. Eğer böyle bir ritüeliniz varsa yalnız değilsiniz ve araştırmalar bu tür batıl inançların psikolojik bir amaca hizmet edebileceğini öne sürüyor.
Batıl inançların hayatımızda oynadığı rol
Batıl inançların hayatımızda oynadığı role ilişkin araştırmalar, bunların çoğunlukla alakasız olayların ve eylemlerin bir şekilde bağlantılı olduğu varsayımından kaynaklandığını ancak büyük olasılıkla hedefe ulaşmayı kolaylaştırmak için yapıldığını buldu. Örneğin, bir kişi iyi bir sonuç aldığı bir yarışmanın ardından her yarışmaya katıldığında aynı giysiyi veya takıyı giymeye başlayarak kaderi kontrol etme ve galibiyet serisini uzatma girişiminde bulunabilir.
Ancak bu tür batıl inançların bir faydası olup olmadığı net değil. 2010 yılında araştırmacılar öğrencilerin golf oynamalarını gözlemledi. Katılımcıların yarısına topun “şanslı” olduğu söylendi. Şanslı topa sahip olduklarını düşünenler, normal, şanssız bir topa sahip oldukları söylenenlere göre topu deliğe sokma konusunda daha başarılıydı. Bu çalışma medyada övgüyle karşılandı, ancak ne yazık ki sonuçlarını tekrarlama girişimleri başarısız oldu. Bununla birlikte araştırmalar, batıl bir inancı harekete geçirmenin güveni artırabileceğini ve dolayısıyla performansı artırabileceğini buldu.
Benzer şekilde, batıl inançlı tek yaratık insanlar olmadığı için, bazı bilim insanları batıl inançlı davranışların da evrimsel bir rol oynayabileceğine inanıyor. Hatta batıl davranışlar sergileyen diğer hayvanlar da inançlarının aksini gösteren delillere rağmen bunları bırakmıyorlar.
Çoğu araştırma ve deney sonucu birbiriyle uyumsuz olmasından dolayı, bu davranışların nasıl çalıştığına dair bir açıklama sunmaya çalışan bilim insanları, bu davranışın bir tür plasebo görevi görebileceğini veya sosyal bağı güçlendirebileceğini öne sürüyor. Alternatif olarak, davranışın geçmişte adaptasyona faydası olan amaçları olmuş olabilir ancak o zamandan beri geçerliliğini kaybetmiş olabilir.
Bu noktada belirtmemiz gereken bir detay var: Şans kelimesi birçok anlam taşır ve bazıları için “şans” ile “şans eseri” arasında bir fark vardır. Birincisi, kişinin kontrolü dışında olan ve siz beğenseniz de beğenmeseniz de kendiliğinden oluşan bir şey olarak görülebilirken, ikincisi en azından belli bir noktaya kadar etkilenebilir.
Son on yılda, farklı disiplinlerden giderek artan sayıda araştırmacı şans eseri olguları (açıkça aramadan faydalı bir şeye rastlama veya tesadüfen karşılaşma olgusu) ve bunun nasıl arttırılabileceğini inceledi. Bir çalışmada, yaratıcı profesyonellere şans eseri karşılaşma olasılıklarını nasıl artırdıkları soruldu. Sonuçlar, bu katılımcıların rutinlerini değiştirdiklerini, farklı yerlerde çalıştıklarını, gözlemci olduklarını ve işyerlerinde aynı kalıplara takılıp kalmaktan kaçınmalarını sağlayacak değişiklikler yaptıklarını gösterdi.
Ancak şans eseri bir karşılaşmanın gerçekten tesadüfi olması için, onu anlamlı kılmaya yardımcı olacak bir içgörü anı da olması gerekir. Aslına bakılırsa, bilim tarihi büyük ölçüde tesadüfi keşiflerin eşlik ettiği gerçekleşme anlarından oluşur. Bu, yaratıcılığın teşvik edilmesi açısından da aynı derecede önemli bir olgudur.
Artık bilgi bilimcileri, yalnızca potansiyel rastlantıları kolaylaştırmak için değil, aynı zamanda bireylerin bunlarla daha sık karşılaşacak stratejileri benimsemelerine yardımcı olmak için bu stratejilerden yararlanan dijital araçlar tasarlamaya başladılar.
Şans konusuna geri dönersek, bazı insanların doğuştan diğerlerinden daha “şanslı” olduklarını düşünüyor olabilirsiniz. Ancak bu onların varlıklarının belirli bir yönünden ziyade, düşüncelerinin ve tutumlarının bir sonucu olabilir. Son birkaç on yılda bir insanı şanslı ya da şanssız yapan faktörleri araştıran İngiltere’deki Hertfordshire Üniversitesi’nden Psikoloji Profesörü Richard Wiseman’a göre, şanslı insanlar servetlerini artıran dört ilkeye sahip oluyorlar.
Şansın yolunu açan ilkeler
Bunların ilki fırsatlara açıklıktır. Wiseman, şanslı insanların “şans fırsatları yaratma, fark etme ve bunlara göre hareket etme becerisine sahip” olduğunu yazıyor ve bunu “bir ilişki ağı (network) oluşturarak, hayata karşı rahat bir tutum benimseyerek ve yeni deneyimlere açık olarak” başarıyorlar. Şanslı insanlar aynı zamanda içgüdülerini ve sezgilerini dinleme ve güvenme konusunda da bir yetenek gösteriyorlar. Wiseman, bu sezgiyi “meditasyon yaparak ve zihinlerini diğer düşüncelerden temizleyerek” güçlendirdiklerini iddia ediyor.
Şanslı insanların sergileme eğiliminde olduğu bir diğer faktör ise geleceğe dair iyimser bir inançtır. Wiseman, “bu beklentiler, kendi kendini gerçekleştiren kehanetlere dönüşüyor” diyor ve ekliyor: “Şanslı insanların başarısızlık karşısında ısrar etmelerine ve başkalarıyla etkileşimlerini olumlu bir şekilde şekillendirmelerine yardımcı oluyor.” Son olarak şanslı insanlar, kendiliğinden işlerin nasıl daha kötü olabileceğini hayal ederek ve ardından durumu kontrol altına alarak kötü şansı iyi bir sonuca dönüştürebiliyorlar.
Ne yazık ki şans üzerine yapılan araştırmaların çoğu, etkilenebilecek bir olgu olan şans üzerine yoğunlaşıyor ancak sahip olunan “şans”, olasılıklar veya psikolojik etkenlerden farklıdır. Şans, onu nasıl algıladığımız, ona kimin sahip olduğu düşünüldüğü ve rastgele olayların yaşamlarımızı ne ölçüde etkilediğine inandığımıza bağlı olarak gerçek dünyada sonuçlara sahiptir. Hatta konuyla ilgili son on yılda yayınlanan birçok popüler kitap, “şansın”, Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık ve diğer birçok Batı ülkesinde artan eşitsizliği göz ardı etmek için sıklıkla dile getirilen katı meritokratik (liyakat tabanlı) argümanlara karşı bir engel görevi gören önemli bir faktör olduğunu vurguladı. “Şansın” nasıl kendini yarattığına dair fikirlere güvenmek yerine (“şansınızı kendiniz yaratırsınız” veya “şans, hazırlık fırsatla buluştuğunda ortaya çıkan şeydir” gibi), toplumun en başarılı insanlarından bazılarının, başarıları için kendi beyan ettikleri açıklamalardan ziyade nasıl şansa (doğum koşulları, ebeveyn geliri, demografik vb.) daha fazla şey borçlu olabileceği hakkında daha keskin sorular sorabiliriz. Bu bakımdan şans son derece “gerçektir” ve insanların yaşamları üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.
Örneğin, son zamanlarda yapılan araştırmalar, dünyanın her yerindeki insanların gelir farklılıklarının, en azından kısmı bir şekilde yaşadıkları yerdeki değişimler ve o ülkedeki gelir dağılımıyla açıklanabileceğini gösterdi. CEO olma şansınız isminizden ve doğduğunuz aydan etkilenebilir. Bulgulara göre, soyadı alfabede daha önce yer alan kadınların akademik bölümlerde kadrolu pozisyonlara gelme olasılıkları daha yüksek, kulağa daha erkeksi gelen isimleri olan kadınların ise hukuki rollerde başarılı olma olasılıkları daha yüksek.
Meritokratik stratejiler, ödüllerin ve onurların en çok hak edenlere verildiği fikrine dayanmaktadır, ancak bu birkaç örnek ve daha pek çok örnek bu görüşü zayıflatmaktadır. Meritokrasiler, gerçek anlamda layık olanı destekleyen bir stratejiye dayanmak yerine, şansın sahip olduğu önemli rolü gözden kaçırır ve sonuçta adaletsizliği artırır ve zaten iyi ödüllendirilmiş olanları ödüllendirmeye devam etme eğilimi gösterir.
Başka bir deyişle, bir aynayı kırmaktan veya kara kedi görmekten endişelenmeniz için açık bir sebep olmasa da, “şans” hayatımızda bir role sahiptir ve bu rolü ne kadar anlarsak, bundan faydalanma biçimimizi o kadar iyileştirerek hem kendimiz hem de çevremiz için daha iyi bir gelecek hazırlayabiliriz.