Ünlü bilim kadını Marie Curry 1934 yılında ölmüş olsa da, bedeni ve eşyaları halen radyasyon saçıyor
Bilim dünyasının en önemli kadınları arasında gösterilen Marie Curie'nin bedeni ve eşyaları, ölümünün aradan geçen 90 yıla rağmen radyasyon saçmaya devam ediyor.
Radyoaktivite üzerine yaptığı öncü çalışmaları ile yalnızca iki Nobel Ödülü kazanmakla kalmayıp aynı zamanda “modern fiziğin annesi” olarak tanınan Marie Curie, ne yazık ki radyoaktif elementler olan polonyum ve radyum üzerine yaptığı araştırmalardan sorunsuz bir şekilde kurtulamadı. Bu araştırmaları, ona kalıcı bir bilimsel miras sağlamış olsa da, aynı maddelerin vücudu üzerinde de kalıcı bir etkisi oldu.
Curie, yalnızca Nobel Ödülü kazanan ilk kadın olmakla kalmayarak, aynı zamanda iki farklı alanda ödül alan tek kadındı. 1896’da Fransız fizikçi Henri Becquerel, uranyum tuzlarının nesnelerden geçme yetenekleri bakımından X-ışınlarına benzer ışınlar yaydığını keşfetti. Bu keşif, Curie’ye Becquerel’in bulgularını araştırma tezinin bir parçası olarak kullanması için ilham verdi. Kocası Pierre Curie ile çalışmalarına başladılar ve 1898’de iki yeni radyoaktif element olan radyum ve polonyumu keşfettiler. Bu sonuçlar, Curie’lerin 1903’te Nobel Fizik Ödülü’nün yarısını almasına yol açtı. Diğer yarısı Becquerel’e verildi.
Daha sonra, 1911’de, pek çok kişisel trajediden sonra (Pierre Curie 1906’da aniden hayatını kaybetti), Curie saf radyumu izole etmesi ile Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü. Araştırmasını radyoaktif maddelerin kimyası ve bunların tıptaki uygulamalarına adamaya devam edecekti. Hatta, Curie’nin çalışmaları olmasaydı, kanser tedavilerimiz muhtemelen bugün olduğu kadar gelişmiş olmayacaktı. Ancak aldığı önlemlere rağmen, Curie’nin bu maddelerle düzenli ve uzun süreli temasının bir bedeli oldu.
Marie Curie, 4 Temmuz 1934’te, radyasyonla yaptığı çalışmaların neden olduğu aplastik anemiden dolayı hayatını kaybetti. Aplastik anemi, adına rağmen normal bir anemiden daha fazlasıdır, kemik iliği vücudunuzun düzgün çalışması için yeterli yeni kan hücresi üretemediğinde ortaya çıkan nadir bir kan durumudur. Curie öldüğünde vücudu o kadar radyoaktifti ki, gömülmesi için kurşun kaplı bir tabuta konması gerekti. Ancak, tabutunun mezardan çıkarıldığı 1995 yılına kadar kimse bunu bilmiyordu.
O zamanlar Fransız yetkililer, bilime katkıları ve Fransız tarihinin simgeleri oldukları için Curie çiftini ulusal anıt mezar olan Panthéon’a taşımak istediler. Kazıdan sorumlu yetkililer, kalan radyasyonla ilgili endişeler sebebiyle Fransız radyasyondan korunma ajansıyla temasa geçti ve mezarlıktaki işçileri korumak için yardım istedi.
Kazıcılar mezarlarına yaklaştıklarında, havada normal seviyelerde radyasyon tespit ettiler ve mezarın açılması ile bu seviyeler (çok büyük miktarda olmasa da) yükseldi. Marie Curie’nin tabutu, ilk başta tahtadan yapılmış gibi görünüyordu, ancak açıldığında 2,5 milimetre kurşunla kaplı olduğunu gördüler.
Curie’nin vücudunun daha sonra incelenmesi, oldukça iyi korunmuş olduğunu ortaya çıkardı ve yalnızca küçük seviyelerde alfa ve beta kontaminasyonu tespit edildi. Journal of British Society for the History of Radiology’ye göre bu, muhtemelen Curie’nin yaşamının ilerleyen dönemlerinde radyasyona maruz kalmayı sınırlamak için adımlar atmış olmasından kaynaklanıyordu.
Ancak diğer eşyaları için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. Ölümünden 100 yıl sonra, mobilyaları, yemek kitapları, kıyafetleri ve laboratuvar notları da dahil olmak üzere birçok eşyası aşırı derecede radyoaktif olmaya devam ediyor. Bunların bir kısmı, aslında Fransa’nın Paris kentindeki Bibliothèque National’da kurşun kaplı kutularda saklanıyor. Bu nesnelere erişim talebinde bulunan ziyaretçilerin bir sorumluluk feragatnamesi imzalamaları ve radyum-226’ya maruz kalmayı önlemek için koruyucu giysiler giymeleri gerekiyor.
Bu izotopun yaklaşık 1.600 yıllık bir yarı ömre sahip olduğu düşünülürse, önemli belgelerin uzun bir süre boyunca güçlü bir mirasın zararlı bir hatırlatıcısı olarak kalacağı öngörülebilir.