İNCELEME: Assassin's Creed 3
Rönesans İtalya'sından, Yeni Dünya'ya yelken açan efsane oyun, bu sefer ne kadar iyi?
Efsane olmak her insanın harcı olmadığı gibi, bu ne her teknolojik cihazın başına gelebilen, ne de karşımıza çıkan her oyunun erişebildiği bir noktadır. Efsane olmanın birçok yolu vardır ve illa ki mükemmel olmayı gerektirmez.
Efsane, öyle bir şeydir ki sürekli orada olan ve olduğu anda dikkati üzerine çekendir... Biz eski oyun sever ekibin uzun süredir göremediği bu kavrama, bundan birkaç yıl önce dahil oldu Assassin's Creed (AC) serisi. İlk oyunuyla Kudüs topraklarında koşturduğumuz yapım, hemen ardından bizi İtalya'ya yolladı... Şimdiyse beklenmedik bir adım ile tüm okyanusu aşıp, Yeni Dünya'ya konuk olduk...
AC denildiği zaman aklımızda artık birçok imge uyanıyor; suikast, saldırma, kaçış, kovalamaca ve ucu bucağı olmayan, harika detaylandırılmış şehirler. İşte seri tüm bu harika özelliklerini bir kez daha oyuncuların beğenisine sunmuş durumda...
Değişen dünya ve değişen karakter
Aassassin's Creed III (AC III) ile artık bambaşka topraklara yelken açıyoruz. Karakterimizin adı da artık "Ezio" değil, kendisi büyük bir mutasyon geçirerek bir "Yeni Dünya" yerlisi olan Connor'a dönüşmüş duruda.
Yeni karakterimiz pek tabi biraz daha esmer, marifetleri ise Ezio ile aynı; hatta çok daha iyi! Öncelikle oyunun genel yapısına bakalım, daha sonra bu ince detaylara ineriz...
AC III'de kullanılan grafik teknolojisi, önceki oyunlardan kendisini direkt olarak ayırıyor. Aradaki farkı en iyi gördüğümüz noktaysa, karakter animasyonlarının sürekliliği, canlılığı ve içerisinde bulunduğumuz dünya. Bu noktada "dünya" kısmı büyük önem arz ediyor zira AC III'de sürekli değişen mevsimler söz konusu. Daha doğrusu biz oyun içerisinde ilerledikçe aradan geçen dönemlerle birlikte mevsimler de değişiyor. Bir anda yemyeşil kırlardan, her tarafı karla kaplı bir doğa ile karşılaşabiliyoruz. İşte tam bu noktada yenilenen grafik kalitesi çok daha fazla göze batıyor.
Connor'u yakından tanımak çok kolay
AC III için yaratılan dünya ise olabildiğince döneminin kurulma aşamasında olan Amerikan haritaları üzerinden yola çıkılarak tasarlanmış. Oyunu bu konuda bir adım daha önemli yapan husussa, yapacağımız bazı görevlerin "Boston" ve "New York" isimli şehirlerin kurtuluşunda büyük yer teşkil ediyor olması.
Karakterimiz Connor'a alışmamız ise gerçekten çok kolay. Kendisinin küçük yaştaki hayatından başlayarak, gençlik ve yetişkinlik dönemlerini bire bir deneyim ediyor olmak, kendisine çok hızlı adapte olmamıza olanak tanıyor. Görevler ve Connor arasındaki en güzel bağ ise ana senaryodan koptuğumuz anda oluyor. AC III ile geliştirilen dünyada o kadar çok yan görev var ki insan hepsini yapmak istiyor. Tabi söylemeden geçmemek lazım; tıpkı önceki oyunlarda olduğu gibi bu görevler bir noktadan sonra kendisini tekrar etmekten ileriye gidemiyorlar.
Bir diğer dikkat çekici nokta ise, kendimizi doğaya verdiğimiz anda ortaya çıkıyor. Connor'un bir Kızıl Derili olduğunu, sanıyoruz vahşi doğada gezip avlanmaktan daha iyi bir şekilde oyuncuya veremezlerdi.
Artık gerçek dünyada da savaşmamız gerekiyor
Connor'u bir kenara bırakacak olursak, asıl beklenemedik yenilik bilgisayar aşırı dünyayı gezen "Desmond" tarafında bulunuyor. Genelde demolarda gördüğümüz ve kimi zaman sınırlı bir alan içerisinde belirli hareketler yaptığımız Desmond, bu sefer kendisini aşmış... Olaylar artık onun bulunduğu noktalarda da cereyan ediyor ve kendisini kontrol ettiğimiz kısa bölümlerde oradan oraya koşmakla kalmıyor, çeşit çeşit düşmanı ortadan da kaldırıyoruz.
Birçok farklı hikaye bölümünün bulunduğu Desmond kısmı her ne kadar farklılıklar taşıyor olsa da halen yeteri kadar detayı bizlere sunmuyor...
Amerikan devrim hareketinin yaşandığı döneme bakacak olursak, karakterimizi kontrol ettiğimiz anlar arasında devasa savaşlar olduğunu görmek, gerçekten heyecan verici. Burada üzerinde durulması gereken esas nokta ise, dönemin savaş stratejilerini yeteri kadar oyun içerisinde görebilmek. Malum, olayların büyük olduğunu göz önüne alırsak, kellesine ödül koyulan düşmanlarımızın da bazılarının tanıdık isimler olduğuna şaşmamak lazım.
Yeni suikast modelleri heyecan verici
Seride alıştığımız bina tepelerinde gezme modeli, AC III'de de devam ediyor. Ama çok daha büyük bir farkla... Oyuna eklenen "Freedom of move" modeli sayesinde artık bazı binaların içlerinden geçebiliyoruz; o odun gibi duran pencerelerin bazılarının içerisinden geçip gitmek farklı bir gerçeklik katmış oyuna.
Bu durum haricinde koşma ve tırmanma mekaniğinde de bu yenilikten nasibimizi almış durumdayız. Önceki oyunlarda tırmanırken bir noktadan sonra tıkanan karakterimiz, artık bir sonraki adımını çok daha iyi hesaplayabiliyor ve daha rahat ilerlememize olanak sunuyor.
Bir diğer önemli yenilikse koşarken önümüze çıkan objeleri rahat fizik hareketleri ile geride bırakabilmemiz. Bazı eşyaların üzerinden atlayarak geçebilmek, dinamiklere büyük rahatlık getirmiş. Tüm bunlara bir de yepyeni, envai çeşit suikast modeli eklenince, tadından yenmez bir hal almış hareket özgürlüğü denilen bu yenilik.
Yeni savaş özellikleri dikkat çekiyor
Gelelim yakın savaş kısmına ki oyunun en can alıcı ve hayranları tarafından en çok takip edilen kısmı oluyor kendisi... AC III ile birçok yeni savaş özelliği oyuna ekleneceği söylenmişti ama açıkçası lafı gevelemeden çok da bir şey eklenmediğini belirtmek istiyoruz. Yapılabileceklerin yerine yapılanlar, bizi bu konuda tatmin etmedi açıkçası ama yine de önemli gelişmeler de yok değil.
En büyük yenilik, düşmanlarımızı öldürme biçimimizde gizli. Birçok farklı şekil ve tarzda kendilerini yok etmemiz mümkün. Yine de eskiye göre çok daha fazla silah kullanabildiğimizi de unutmamak gerekiyor. Karakterimizin kişiliği ve içerisinde bulunduğumuz dünya ile birlikte çok daha savaşa yönelik bir karakteri kontrol ediyoruz. Toplu savaşlardan kimi zaman hiçbir darbe almadan çıkmak mümkün olduğu gibi, menzilli silahlar ile insan avına çıkmamız işten bile değil...
Multiplayer kısmına değinmemiz de gerekiyor... Önceki oyunlarda bulunan çoklu oyuncu modu kısmını çok da beğenmemiştik ama AC III ile yapımcı ekibin bir adım daha attığını itiraf etmek gerekiyor. "Free for All" modları altında "Wanted," "Deathmatch," ve "Assassination" gibi oyunlar bulunuyorken, "Team Mode" kısmında "Artifact Assault," "Manhunt," ve "Domination" gibi modları görüyoruz.
Bizim en çok ilgimizi çekense "Co-op" mod olarak karşımıza çıkan "Wolf Pack" oldu. Verilen belirli bir sürede, takım olarak gerekli NPC'leri öldürmemizin istendiği bu mod, gerçekten çok keyifli ve oyuna harika şekilde oturmuş.
Peki, isminin hakkını veriyor mu?
Tüm bu güzelliklerinin yanında birçok hatayı da içerisinde bulunduran bir yapım AC III. Aslında daha çok kendini yenileme adına yaptığı teknik sorunlar demek lazım karşılaştıklarımıza. En sık rastladığımız hata, karakterin takılması oldu. Belki savaşlar esnasında değil ama özellikle bir noktada yürürken, bir anlığına havada kalıp boş adımlar attığımız çok oldu.
Bir diğer sinir bozucu nokta ise ani takılmalar ya da ağırlaşmalar. Hele bir de bu durum tam onlarca askerden paçayı yırtmak için tırmanacağımız ağaca doğru koşuyorken olduğu zaman gerçekten çok zorladık. Yaşadığımız ani yavaşların en büyük sebebi ise bol animasyon ya da bir anda görülebilen devasa haritanın karşımıza çıkması oldu.
Bizi en çok delirten sorun ise bir öncekiyle fazlasıyla alakalı aslında: Yükleme süreleri... Nasıl desek; nereden baksanız bazı geçişlerde iki sayfa kitap okumak mümkün. Daha önce de belirttiğimiz gibi yan görevlerin tekrarı sıkıcı bir hal alabildiği gibi, tek kişilik senaryonun gereğinden kısa olması da bir diğer eksi bizim gözümde...
Yine de unutmamak lazım ki AC III kendi serisiyle yarışan bir yapım ve yaptığı yenilikler ile oyun sektörü için önemini bir kez daha kanıtlamış oldu. Ama bir sonraki ana oyununda çok daha fazlasını bizlere sunmak zorunda...