Adolf Hitler, gerçekten Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterildi mi?
Adolf Hitler'in Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterilme hikayesini mutlaka duymuşsunuzdur. Peki bu hikaye ne kadar gerçek? Altında neler yatıyor?
Adolf Hitler'in zamanında Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterilmesi, sıklıkla anlatılan bir bilgidir. Ve her ne kadar günümüzde kulağa garip gelse de, bu bilgi doğru. Ancak, bu adaylığın aslında Nobel adaylık sisteminin tuhaflıklarına kurban giden alaycı bir şaka olduğu çok fazla bilinmez.
Hitler, 1939'da İsveçli politikacı Erik Gottfrid Christian Brandt tarafından Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterildi
Herkes ödül için insanları aday gösterme onuruna sahip değildi. Norveç Nobel Komitesi, yalnızca üniversite profesörleri, daha önce Nobel Barış Ödülü kazananlar ve ulusal meclis veya ulusal hükümet üyeleri de dahil olmak üzere kuruluşun üst kademelerinde belirli pozisyonlara sahip kişilerin adaylarını kabul ediyordu.
İsveç Parlamentosu üyesi olarak Brandt bu tanımlara uyuyordu, ancak görünene göre, adaylık önerisinin ciddi olması amaçlamamıştı. Brandt, merkez sol Sosyal Demokrat Parti'nin bir parçasıydı ve bir antifaşistti. Hitler'in adaylığı, o zamanki İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain’i aday olarak gösteren İsveç parlamentosunun diğer üyelerine yönelik ironik bir gönderme olarak planlanmıştı.
Chamberlain 1937'de göreve geldiğinde, Hitler agresif bir şekilde Almanya'nın ordusunu genişletmeye ve gözünü Almanca konuşulan Avrupa topraklarına dikmeye başlamıştı. Chamberlain, Hitler'i yatıştırmaya yönelik bir yaklaşıma sahipti. Birinci Dünya Savaşı'nın dehşeti hâlâ hafızalarda tazeydi, bu yüzden Nazi Almanya'sı ile silahlı çatışmalardan kaçınmak istiyordu.
30 Eylül 1938'de Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından imzalanan Münih Anlaşması, Hitler'in Avrupa'daki topraklar için başka bir talepte bulunmaması koşuluyla Batı Çekoslovakya'daki Sudetenland'ın Alman ilhakına izin verdi.
Anlaşmanın ardından Chamberlain eve döndü ve ünlü bir şekilde barışı güvence altına aldığını ilan etti. Bu gelişme, 12 İsveçli milletvekili tarafından Nobel Barış Ödülü'ne aday göstermesine neden oldu.
Elbette bu barış düşünüldüğü gibi garanti altında değildi ve görünen o ki, Brandt dahil olmak üzere Chamberlain zamanında yaşayan çoğu kişi, kendi ilan ettiği bu başarıya şüpheyle bakıyordu.
Brandt'in Norveç Nobel Komitesi'ne yazdığı mektuba bakarsanız, aşırı derecede alaycı olduğu açık bir şekilde görülebiliyor. Nobel Barış Merkezi’ne göre bu mektupta yazanlara baktığımızda, özetle şunlar söyleniyor: “Mein Kampf’ta – İncil’in yanında belki de Dünya’nın en iyi ve en popüler barış kitabı ve barışçıl başarısı olan Avusturya’nın ilhakı ile - daha önce belgelendiği üzere, barış için parlayan sevgisiyle Adolf Hitler Sudetenland’taki vatandaşlarını özgür bırakarak güç kullanmaktan kaçındı ve anavatanını büyük ve güçlü yaptı. Hitler, muhtemelen, eğer savaş kışkırtıcıları tarafından rahat bırakılırsa, Avrupa’ya ve muhtemelen tüm dünyaya barış götürecektir.” Yine aynı mektupta, “eğer bazı İsveçli parlamento üyeleri İngiliz Başbakanı Neville Chamberlain’i bir başka aday olarak göstermemiş olsalardı, bu anı Hitler’i aday göstermek için doğru zaman olarak bulamazdım. Bu aday önerisi iyi düşünülmemiş gibi gözüküyor. Her ne kadar Hitler’in barış için mücadelesini iyi bir şekilde anlamış olmasıyla Chamberlain’in dünya barışını korumaya katkıda bulunduğu doğru olsa da, son karar Hitler’indi ve Chamberlain’in değildi! Daha geniş Avrupa topraklarında devam eden barış için herkesten önce Hitler’e teşekkür edilmesi gerekiyor; ve gelecekte barış için umut olan yine bu adamdır” deniliyor.
Tahmin edilebileceği gibi bu alaycı yaklaşım o sıralarda da pek iyi karşılanmadı. İsveç'teki anti-faşistler adaylığına öfkelendiler ve Brandt'i "çılgın, beceriksiz ve işçi sınıfının değerlerine ihanet eden biri" olmakla suçladılar. Dersleri iptal edildi ve halktan da bir dizi şiddetli tehdit aldı.
Tarih, Brandt'ın yanında
Birçok kişi adaylığın hiciv olduğuna inanmadı, ancak görünüşe göre tarih Brandt'ın tarafında. Yatıştırma çabaları II. Dünya Savaşı'nı durdurmadı, hatta bazı kişiler bu politikanın Hitler'in saldırganlığını güçlendirerek doğrudan savaşa giden yolu açtığını iddia ediyor.
Brandt'ın savaş boyunca güçlü bir şekilde anti-faşist kaldığı da açık. Kendi partisini Almanya'dan İsveç'e daha fazla Yahudi mülteci kabul etmediği için eleştirdi ve Polonya'daki Alman imha kampları söylentileri hakkında konuşan ilk politikacılardan biriydi.